Bu bölümde gerek sosyoloji, gerekse sosyal psikolojideki kimlik
hakkında serd edilmiş teorilerden bir kısmı ele alınmaktadır.
Teorilerin hepsi de, bu fenomeni açıklamakta bir bütünlüğe
sahiptirler. Görüşler ve değerlendirmeler çoğu kez birbirine
dayanmakta veya birbirini tamamlamaktadır.
Kimlik teorilerinde psiko-analizci değerlendirmelerden başlayıp bilgi
sosyolojisine kadar uzanan çizgide bir yapılanma göze çarpmaktadır.
Psikanaliz temeline dayanan teoriler, Freudcu okuldan etkilenerek
tartışmalı olan bazı psikiyatrik faktörler çerçevesinde bir kimlik
değerlendirmesi yaparak sosyal boyutu ihmal etmişlerdir.
Diğer yönden bilgi sosyolojisi, her çağın düşünce sisteminin ürettiği
bir kimlik modeli üzerinde durarak, öbür teorilerin hiç birinde
olmayan bir yaklaşım getirmektedir.[1] Buna göre, her çağın kendine
has bir sosyal ve psikolojik realitesi vardır. Bu realiteler
birbirlerini yansıtırlar ve toplum tarafından yaratılmaktadırlar.
Realite, sosyal olarak şekillenmiş bilgi, anlamında kullanılmaktadır.
Psikolojik ve sosyal realite, hâkim olan veçhesi itibariyle, aynı
zamanda bir modeldir. Bu model toplumlara veya çağlara göre
değişiklikler arz etmekle birlikte, belli bir yaygın kimlik tipine
tekabül etmektedir.
Aşağıda ele alınan teoriler, genel olarak bilgi sosyolojisi
yaklaşımına göre değerlendirilmektedir.
1. Sembolik Etkileşimci Teori
Bilgi sosyolojisi yaklaşımı açısından kimlik konusundaki en önemli
teori sembolik etkileşimci teoridir. Bu ekolün işlediği esas tez,
sosyal dünyayı oluşturan mânâların toplum tarafından sosyal etkileşim
vasıtasıyla yaratılmakta olduğudur.
Sembolik ekolün en önemli teorisyeni George Herbert Meaddır
(1863-1931). Onun teorisine göre toplumlar insanın, (1) iletişim
amacıyla semboller kullanmak; (2) kurallar ihdas etmek; (3)
davranışlarını diğer fertlerin beklentilerine göre ayarlayabilmek
yetenekleri üzerine kurulmuştur. Bütün bunlar insanda bulunan benlik
adı verilen unsurun geliştirilmesiyle meydana getirilir. Toplum tüm bu
faaliyetlerin sürekli değişen bir özetidir. Toplum, aynı zamanda
içselleştirilmiş kurallar, roller ve ilişkiler vasıtasıyla zihnimizde
de mevcuttur.[2]
Teori, Blumer'e göre şu üç ana nokta üzerine oturtulmuştur:
(1) İnsan, mânâlar zeminine oturtulmuş unsurlar vasıtasıyla hareket
etmektedir;
(2) Bu unsurların anlamları ferdin diğer insanlarla olan sosyal
etkileşiminden doğar;
(3) Mânâlar, fert tarafından karşılaştıkça yorumlanarak ve
değiştirilerek algılanır.[3]
Teorinin en önemli terimi mânâlardır. Blumer mânâları, "...sosyal
ürünler, insanların karşılıklı ilişkilere girerek etkileşimleri
vasıtasıyla formlanan yaratıklar olarak..."[4] tanımlamaktadır.
2. Sosyal Kimlik Teorisi
Psikolog William James (1842-1910) tarafından serd edilen bu teoriye
göre fert, onu tanıyan diğer insanların zihinlerinde bulunan kendisi
hakkındaki imajların sayısı kadar sosyal benliğe sahiptir.[5] Fert
toplumun diğer üyeleriyle mevcut normlar çerçevesinde farklı sosyal
ilişkilere girmektedir. Her fertle kurulan ilişki bir diğerinden
farklıdır. Bu durum ferdîn toplum içinde değişik veçheleriyle
tanınmasını sağlamakta ve diğer üyelerin her birinin nazarında ayrı
bir kimlik edinmesine sebep olmaktadır. Bu kimliklerin toplamı ferdîn
sosyal kimliğidir. Böylece kimlik sosyal ilişkilerin bir neticesi
olmaktadır.
Sosyal kimliğin önemli bir sınıflaması Gordon tarafından
yapılmaktadır. Buna göre, sosyal kimlik, ferdin diğer insanlarla
paylaştığı temel sosyal kategorilerin ve kendisini diğerlerinden
ayıran şahsi özelliklerinin kombinasyonu tarafından temsil
edilmektedir.[6]
Bu teorinin bazı eksik yönleri vardır. Teori bir anlamda kümülatifdir.
Vakalar birer birer toplanarak elde edilen sonuca sosyal boyut adı
verilmiştir. Oysa sosyal bir unsur onu meydana getiren vakıaların
matematiksel bir toplamı değildir.
Bir başka eksiklik ise, toplumun sadece ferde atfettiği yargı esas
alınmaktadır. Ferdîn diğer fertler tarafından algılanamayan veya
bağımsız değişken niteliğindeki başka özellikleri de onun kimliğinde
mutlaka etkilidirler. Böylece sosyal kimliğin sadece toplumun
hakkımızdaki düşüncelerinden oluşabileceğini iddia etmek hatalı
olmaktadır. Kaldı ki ferde sosyal kimliğini kazandıran toplumun diğer
üyeleri de çoğu kere toplumsal boyuttan uzak sübjektif ve daima
değişken bir tutum içinde olabilirler. Sabit bir nitelikte olmayan bu
tutumun kalıcı nitelikte bir kimliği meydana getirmesi mümkün
değildir.
3. Referans Gurup Teorisi
Hyman[7] tarafından sosyal bilimler literatürüne takdim edilen
referans gurup kavramı, benliği topluma dayandıran sosyal psikolojinin
en önemli temasıdır.[8] Çalışmamız açısından daha ziyade referans
gurubu kimliği olarak ele alınan teori, ferdî varlığı dayanak
noktaları olarak bir takım sosyal temellere oturtmaktadır. Böylece
ferdî düşüncenin sadece biyolojik bir aktivite olmayıp aynı zamanda
sosyal varlığının da bir faaliyeti olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kullanımı itibariyle referans guruplarının iki ayrı fonksiyonel tipi
mevcuttur. Bunlar; (1) normatif, ferdin teşkil ettirdiği ve
sürdürdüğü; (2) kıyaslama, kendini ve diğer insanları değerlendirirken
kıyasladığı standartlar olarak fonksiyon ifa ederler.[9] Böylece ferdî
kimlik biri şahsî diğeri gurup olmak üzere iki referans noktasının
etkisine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Ferdin, normatif veya kıyaslama fonksiyonu amacıyla kullandığı
referans noktaları olarak sosyal guruplar pek çoktur. Her grupta, o
gurubun özelliğine göre bir şahsiyet olmaktadır. Dewey bu durumu şöyle
açıklar:
"... Farklı gurupların üyesi olarak fert, kendi içinde, çelişen
benliklere veya ayrılmış ferdiyetlere bölünebilir. İnsan, kilise üyesi
olarak bir şey, ticarî topluluğun üyesi olarak da başka bir şey
olabilir. Farklılık çok yüzeysel olabildiği gibi iç dünyasındaki tüm
çatışmaları kapsayacak kadar büyük de olabilir."[10]
4. İtibarî Kimlik Teorisi
Bu teori Charles Horton Cooley (1864-1929) tarafından W. James'in
sosyal benlik kavramı üzerine inşa edilmiştir. Literatürde oldukça
yaygın kullanıldığı görülmektedir. Genel olarak yukarıdaki teoriyi
daha iyi açıklamasının yanı sıra, ondan farkı temel ferdî hislere
ağırlık vermiş olmasıdır. Ancak söz konusu hislerin psikolojik
olmaktan ziyade sosyal niteliği ağır basmaktadır; yani bu kez fert,
kendisi için önemli olan kişilerle kurduğu ilişkiler neticesinde
sosyal niteliğini düşünmek ve muhakeme etmenin ötesinde, kim olduğunu
ve ne olduğunu hissetmektedir. Kısaca benlik, fert için önemli
şahıslarla karşılıklı etkileşim vasıtasıyla şekillenen temel
duyularından müteşekkildir. Sabit bir süreç olmayıp sosyal ilişkiler
ve etkileşimlerle daima değişmekte ve gelişmektedir. Duygu ve
düşüncelerin birlikte meydana getirdikleri kimlik hakkındaki
telakkiler başlıca (1) diğer fertler nezdinde nasıl olduğumuz
hakkındaki imajinasyonumuz; (2) onların görünümümüz konusundaki
yargıları hakkında düşüncelerimiz; ve (3) tüm bunlar hakkındaki
hislerimizden meydana gelmektedir.[11] Teoriye göre fert asla kendi
kendini doğrudan algılayamaz. Tıpkı kendi görüntüsünün aynadan
yansıyarak algılanması gibi kimliğini de diğer insanların
reaksiyonlarında yansımış olarak algılar. Ancak bu algılama pasif
değildir. Sosyal çevresindeki ilişkilerinin oluşturduğu aynadaki imajı
olduğu gibi kabul etmek yerine yargıcı ve seçici bir tutumla yorumlar.
Kendisi için önemli olanların hükümlerini ön plana çıkarır,
hangilerinin önemli olduğuna ve neleri takip edeceğine karar verir.
5. Gösterilen Benlik Teorisi
Bu teori Erving Goffman (1922-1983) tarafından ihdas edilmiştir. Pek
çok sosyologda benlik, rol özelliklerinin bir yansıması olarak telakki
edilirken, Goffman'a göre ferdîn diğer insanlara sunduğu bir tutumdur.
Benliğin tipik olarak iki veçhesi mevcuttur. Bunlardan ilki "rol
benliği"dir. Tepkileri ve durumu kontrol etmek amacıyla son derece
dikkatli bir şekilde teşkil edilir. Her sosyal durum için başka bir
rol-benlik meydana getirilebilir. Meselâ, boş vakitlerinde para
kazanmak için çalışan bir üniversite öğrencisi bu işte belli bir rol
benlik takınmaktadır. Bunun yanı sıra fertte, toplumun beklentisi
doğrultusunda ayrıca bir "gerçek benlik (virtual self)" de mevcuttur.
Meselâ, yukarıdaki talebe işinde çalışırken aynı zamanda eğitimini
gördüğü branşın kimliğini esas almaktadır.[12]
6. Ego Gelişmesi Teorisi
Freud'un ego gelişimi ile ilgili teorisine binaen yeni Freudcu ekol
olarak adlandırılabilecek görüşler, şahsiyet ve kimliği, farklı
safhalarda organize bir dizi idrak seti olarak ele almaktadırlar.
Eric Ericson (1964), ferdîn hayatı boyunca meydana gelen değişmelere
olan uyumunu sekiz safhayla tasvir etmektedir. İlk dört safhaya kadar
temel duyular ortaya çıkmakta ve çeşitli şekillerde çevreyle ilişkiler
kurulmaktadır; güven ve güvensizlik duyuları gelişmekte; otonomi,
utanma, şüphe gibi duygular ortaya çıkarak bilgiler öğrenilmeye, tutum
ve davranışlar tecrübe edinilmeye başlanmaktadır. Bu safhalarda ferdîn
yöneldiği çevre ve esas faktör ailedir. Altı ve on üç yaş dönemini
kapsayan dördüncü safhada bu yönelim aileden uzaklaşarak okul
çevresine döner ve burada fert çalışkanlık veya tembellik hallerinden
birini geliştirir. Beşinci ve altıncı safha kimliğin teşekkül
etmesiyle ilgilidir. Sağlam ve net bir kimlik edinilemediğinden kimlik
hakkında tereddütler ve çeşitli duygusal karışıklıklar baş gösterir.
Yedinci safhada ferdî ve içe dönük değişim daha ziyade yerini iş,
aile, meslek, vatandaşlık gibi topluma dönük genelleşmeye
bırakmıştır.[13]
7. Birikim Teorisi
Bilgi açısından durum böyleyken öte yandan fert sosyal hayatta seçkin
bir yer edinebilmek için kendini toplum içinde etkili olacak güçlü
kültürel değerlerle donatmak zorundadır. Kimlik toplanması hipotezine
göre (the identity accumulation hypothesis) "Bir aktör ne kadar çok
kimliğe sahip olursa o kadar az psikolojik ıstırap sergiler...ve...ne
kadar çok kimlik edinilirse insanın anlamlı ve bilinçli varlık duyusu
o kadar güçlüdür.
Kimlik sayısı arttıkça ferdîn varlığı daha büyük emniyet kazanır"[14].
Çünkü bu ferdin daha çok sayıda kimlikle sosyal hayata yoğun olarak
iştirak etmesi anlamına gelmektedir. Ferdîn edinmeye çalıştığı
hususiyetler kültür sisteminde birer alternatif olarak mevcutturlar,
fakat bunların tercihinde temel faktör toplumun bu unsurlara atfettiği
değerlerdir. Bu anlamda Mead'da benlik düşüncesi veya kendini
algılama, bir sosyal yapı unsuru olarak birleştirilmiştir.
Böylece benlik, insanın çevresindeki toplum hakkında sahip olduğu
(algıladığı) bilgi olmaktadır. Ancak bu, yalın, eşyaların basit
sayımından ibaret bir bilgi, değildir. Varlığın bir bütün ve ilişkiler
sistemi içinde yerli yerince idrak edilmesiyle elde edilen anlamlı bir
bilgidir. Kısaca toplum, kişilik ve kimlik şeklindeki üç unsur aslında
hiyerarşik olarak birbirlerinden türemektedirler.
8. Sosyal Dağılma Teorisi
Bu analizler sanayileşme ve şehirleşmeyle birlikte kimlikte meydana
gelen değişmeleri incelemektedir. Genellikle bozulma yönünde kötümser
değişmeler serd eden bu teorinin ana hatlarına göre kimlik modernleşme
süreci neticesinde parçalanmış, tahrif olmuş ve kaybolmuş; fertler
içinde yaşadıkları toplumda anemik, isimsiz, ve gayesiz yabancılar
olmuşlardır.[15] Modernleşmeyle birlikte "ben" ve "biz" şeklinde iki
veçheyle formlanmış olan ferdî ve kolektif kimlik duyusu zayıflamakta,
yani negatif bir süreç işlemektedir.
Ferdîyetin çok yönlü olması, çoklu-kimlikler, her zaman söz konusudur
ancak temel değişimlere uğramışlardır. Daha önceki (premodern)
toplumlarda kimlik, belli bir hiyerarşik düzende yoğunlaşarak içice
geçmiş halkalar halinde organizeyken, modern toplumlarda durum tamamen
değişiktir. Ferdîn, sadece kişiliğinin bir parçasıyla iştirak ettiği
veya kontrol edildiği pek çok kimliği vardır.[16] Bu tür teorilerde
toplum yapıları ve buna bağlı olarak kimlik, genellikle modernleşme
öncesi normal ve sağlıklı, sonrasında ise anormal ve disorganize olmuş
olarak telakki edilmektedir.
Disorganizasyon teorilerinde başlıca üç teorik analiz
vurgulanmaktadır. Bunlardan ilki, mekanik dayanışmanın, kolektif
kimlik veya biz duyusuyla birlikte ortadan kalkarak, ferdi toplum
içinde köksüz ve kendi haline bırakmasıdır. Ferdîyetçiliğin çok büyük
önem kazanması toplumsal değerlerin fert üzerindeki etkisini
zayıflatmış, sosyal kontrol mekanizmaları görevlerini yapamaz duruma
gelmişlerdir. Rönesanstan bu yana cemaat tipi toplum özelliklerinden
uzaklaşmışlardır. Ferdîyetçilik esas inanç prensibi olmuştur. Ancak
gerek ferdîyetçiliğin, gerekse ferdin ben merkezli konumunun esas
alınması olan bencilliğin eşit olarak telakki edilmesi çeşitli
problemler doğurmaktadır.[17] Bu durum yabancılaşmaya, aile kurumunun
çökmesine, tabii çevrenin bozulmasına ve manevi boşluğa düşülmesine
sebep olmuştur. Neticede Batı toplumları birlikte yaşayabilmek için
kabile tipi toplumların hâlâ sürdürdükleri cemaatçi yapı
özelliklerinden medet umar hale gelmişlerdir. Amaç, kabile tipi sosyal
normların Batı insanına öğretilmesidir.[18] Batı açısından
çok-kültürlü topluluk yaratmanın bir anlamı da budur.
İkinci olarak, ferdîn çok-kimlikliliğindeki -bu kimlikler arasında
birbirine olan- uyum bozulmuş ve modern toplumlarda yeniden tesis
edilememiştir. Son tespit ise, tüm bu sebeplerden dolayı kimlik
unsurlarının sosyal aktarımı sekteye uğramıştır.[19]
Dağılma teorileri bazı yönlerden tenkit edilmektedir. Özellikle
Fischer ve Simmel aynı fenomeni farklı yorumlayarak disorganizasyon
teorisinin karamsar tablosunu bir parça değiştirmişlerdir.[20]
Bilindiği gibi modernleşme ile birlikte iki önemli değişme ileri
sürülmektedir. Birincisi eskiden mevcut olmayan yeni kimliklerin ve
benliklerin ihdas edilmesi, ikincisi ise bunlar arasında görülen
uyumsuzluklardır.[21]
Modernleşme öncesi daha az sayıda ve karşılıklı etkileşim itibariyle
oldukça tabii bir denge halinde bulunan benlikler, modern dönemlerde
yenilerinin ortaya çıkmasıyla çoğalmışlar, farklılaşmışlardır. Bu
durum eskiden mevcut olan tabii dengenin ve etkileşimin bozulmasına
sebep olmuştur. Ortaya çıkan uyumsuzluk benlik organizasyonunu sekteye
uğratmaktadır. Ferdîn kişiliğinde çeşitli benlikler veya kimlikler
hiyerarşik yapıda tertip edilmiş bir halde bulunması gerekmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse, rol ve statülerin sayı itibariyle
artmasına sebep olan farklılaşma ve uzmanlaşmanın tabii bir neticesi
olarak, bunlara tâbi olan fertler büyük kitleler halinde alt kültür
gurupları oluşturmakta, ve böylece modern hayatta daha çok sayıda
farklı sosyal dünyalar meydana gelmektedir. Meslekî veya siyasî
guruplar buna birer örnek teşkil ederler.
Sosyal dağılma teorilerinde, çok sayıda farklı kimliği yüklenen fert,
bunların baskısı ve uyumsuzluğu altında zorlanmakta ve sapmaktadır.
Ailede, sosyal, meslekî veya siyasî çevrede, birbiriyle ilişkili
olmayan ve birbirinden son derece uzak farklı roller oynanmaktadır.
Toplumdaki rol sayısının önemli miktarlarda artmış olduğu hemen her
yazar tarafından kabul edilmektedir. Ancak bu sayının yükselmesi,
belli bir anda taşınan kimliklerin sayısının da aynı oranda artmasını
gerektirmemektedir. Fischer'e göre toplumdaki farklı roller, statüler,
kimlikler çoğalmış, fakat ferdîn belli bir anda taşıdığı kimlik
sayısında önemli bir değişme olmamıştır.[22] Değişen unsur ferdîn
seçim imkânıdır. Sosyal çevredeki çok sayıda değişik kimlikler, eskiye
göre daha kolay bir şekilde seçilebilmektedir. Ferdîn hem seçme
imkânı, hem de mümkün alternatifler artmıştır. Fakat belli bir anda
taşınan kimlik sayısında fazla bir değişiklik yoktur. Ömür boyunca
halihazırdaki sosyal hayatta çok sayıda mevcut bulunan roller,
istenildiği takdirde kolaylıkla seçilebilmekte ve yine istenildiği
zaman bırakılabilmektedir.
Toplumdaki mümkün rol sayısının artması, aslında farklılaşmanın
büyümesi ve dolayısıyla rollerin gittikçe birbirinden uzaklaşmasına,
zıtlaşmasına sebep olabilecektir. Fakat Fischer'e göre ferdî tercih
imkânı modernizm öncesi döneme göre daha serbest olduğundan seçilen
roller birbirine daha uyumlu olmaktadırlar.[23] Şahsi irade,
birbiriyle uyumlu olabilecek rolleri serbestçe tercih edebilmektedir.
Sonuç olarak sergilenin rollerin sayısında genel olarak fazla bir
değişme olmamakla birlikte, bu rollerin tertiplerinde farklılaşmalar
olmuştur. Birbirine aykırı roller seçmiş fertler için bu düzenleme
önemli külfetler yaratabilir. Ancak yüklenilen her rol konusunda iradî
bir takdir yetkisi hemen her zaman mevcuttur. Roller istendiği zaman
değiştirilebilmektedir. Böylece, modern hayatta her rolün belli bir
süresi de olmaktadır. Hattâ çoğu zaman belli bir müddet sonra
bırakılmak üzere seçilmektedir. Mezun oluncaya kadar öğrenci rolü veya
daha iyi bir işe geçinceye kadar halihazırdaki mesleğin sürdürülmesi
gibi. Bu durum esasen benliğin sık sık yeniden tertip edilmesi
anlamına gelmektedir.
Yeni edinimlerin, halihazırda sahip olunan özelliklerle daima tam bir
uyum içinde olması beklenemez. Benlikteki bu değişikliklerin, yeni
tertiplerin bir tür düzensizliğe potansiyel teşkil etmesi mümkündür.
Ancak beklenen bu düzensizlik çoğu zaman çeşitli stratejiler ve
rasyonelleştirmeler vasıtasıyla önlenmekte veya en aza
indirgenmektedir. Bu noktadaki esas faktör, aktörlerin rollerini,
hepsini bir arada oynayabilecekleri tarzlarda seçmeleridir.[24]
Her rol zaman içinde toplum tarafından teşekkül ettirilen bir dizi
norm içermektedir. Rollerin tercihleri aynı anda normların da tercih
edilmesine bağlıdır. Başka bir deyişle kimlikler roller, roller ise
normlar tarafından şekillendirilmektedir. Bu bakımdan ilk bakışta
seçim imkânı mevcut olduğu sürece potansiyel bir problemin olmadığı
düşünülebilir. Çünkü fert uygun görmediği normların birleştirdiği
rolün kimliğini tercih etmeyecektir. Ancak, toplumdaki hızlı sosyal
değişmeden dolayı rollere istinat ettirilen normlar her zaman net
değildir. Belli bir dizi norm belli bir kimlik tipi üretebilir, fakat
bu kimlik için dayanılan norm dizisi standart olmayabilir. Meselâ,
çocuğunun karşı cinsle ilişkisi konusunda ebeveyn kimliği aynı
olmasına rağmen aileler birbirine tamamen zıt normlara
dayanabilmektedirler.
Modernleşmeyle birlikte farklılaşma artmış, ve böylece toplumun büyük
çoğunluğunun hemfikir olduğu ortak normlara dayalı sosyal kontrol
azalmıştır. Buna paralel olarak değişik kesimlerin oluşturdukları
alternatif realiteler, kendi sosyal kontrollerini dayandırabilecekleri
uygun normlar ihdas etmektedirler.
Kültür aktarımı, sosyalleşmenin sadece bir veçhesidir. Bulunduğu
toplumun kültürel değerleri ve kendisinden beklenen rollerle birlikte
fert kimliğini de öğrenmekte ve geliştirmektedir.
[1]P. Berger, "Identity as a Problem in the Sociology of Knowledge",
in Towards the Sociology of Knowledge: Origin and Development of a
Sociological Thought Style, Gunter W. Remmling (ed.), London, 1973, s.
273-85.
[2]B. B. Hess, v.d., Sociology, U.S.A., 1988, s. 117.
[5]B. B. Hess, v.d., Sociology, U.S.A., 1988, s. 116.
[6]C. Gordon, "Self-Consceptions: Configurations on Content." in C.
Gordon ve K. Gergen (ed.) The Self in Social Interaction. Willey and
Sons, N.Y. s. 115-136.
[7]H. Hyman, "The Psychology of Status." Archives of Psychology.
n.269, 1942.
[8]T. Newcomb, "Continuities in Social Research." American Journal of
Sociology. n.57, 1951, s. 90-2.
[9]H. Kelley, "Two Functions of Referance Groups." in G.E. Swanson,
T.M. Newcomp ve E.L. Hartley (ed.), Readings in Social Psychology.
Henry Holt and Co., N.Y. 1952, s. 410-4.; T. Shibutani, "Referance
Groups as Perspectives." American Journal of Sociology. n.60, 1959,
s.562-569; R. Turner, "Role - Taking Role Standpoint, and Referance
Group Behavior." American Journal of Sociology. n.61, 1956, s.316-28.
[10]J. Dewey, The Public and its Problems. H.Holt and Co., N.Y. 1927,
s. 191.
[11]B. B. Hess, v.d., Sociology, U.S.A., 1988, s. 116.
[12]B. B. Hess, v.d., Sociology, U.S.A., 1988, s. 118-9.
[13]B. B. Hess, v.d., Sociology, U.S.A., 1988, s. 121-2.
[14]P. A. Thoits, "Multiple Identities and Psychological Well-Being: A
Reformulation and Test of the Social Isolation Hypothesis." American
Sociological Review, Vol. 48 (2), (April, 1983: 174-87). s. 174-5.
[20]bkz. Simmel, G., The Web of Group Affliatons. (Trans. by.) R.
Bendix, Free Press, N. Y., 1955.; Conflict and the Web of Group
Affliations. (Trans. by.) K. Wolff and R. Bendix, Free Press, N. Y.,
1922.; The Metropolis and Mental Life., in K. Wolff, The Sociology of
George Simmel, s. 409-24, 1950.; Fischer, C. S., The Urban Experience,
Harcourt, N. Y., 1984.